Orta Doğu’yu Yeniden Şekillendirmek: Petrol Piyasasını Sonsuza Kadar Değiştirecek Bir Savaş

Orta Doğu Petrol Politika

Orta Doğu’daki belki de tek büyük birlik olan GCC, bölgedeki huzursuzluklara karşı zorlu bir sınav veriyor. Birliğin para ve çıkar ilişkileri üzerine inşa edilmiş olması nedeniyle iki büyük ortağın arasında çıkan ihtilaflar birliğin sallantıda olduğunu gösteriyor. GCC’nin iki büyük ortağı olan BAE ve Suudi Arabistan’ın Yemen üzerindeki ihtilafı bunun en somut örneği.

İlaveten İran’ın Şii Hilali politikasındaki önemi bir proje olan “İrancı Irak”ta sona gelindi gibi. Ülkedeki İran nüfuzuna karşı başlatılan Basra ve Bağdat’taki gösteriler, yeni başbakanın göreve gelmesi ve ülkedeki güçlü figürlerden General al-Saadi’nin görevine iade edilerek terfi ettirilmesiyle biraz yumuşarken göstericiler yeni hükümete 10 gün süre verdi. Irak’taki protestolarda şimdiye kadar 600’den fazla gösterici hayatını kaybetti.

Oilprice.com’un özel raporunun çevirisini ilginize sunuyorum. Keyifli okumalar.


Orta Doğu’yu Yeniden Şekillendirmek: Petrol Piyasasını Sonsuza Kadar Değiştirecek Bir Savaş

Suudi Arabistan’ın petrol tesislerine 14 Eylül’de gerçekleşen saldırı sonrasında bir yandan Suudi Arabistan ve İran arasındaki gerilimi, diğer yandan ABD ve İran arasındaki gerilimi azaltmak şaşırtıcı şekilde kolay gibi görünüyordu. Üçü de oldukça gözü pek görünmelerine rağmen bir savaş başlatmayı başaramadılar. Bu saldırılar petrol piyasalarını anca bir iki gün rahatsız edebildi.

Suudi’lerin saldırı sonrasında işleri yoluna koyana kadar tüm yedek kapasitelerini kullanmış olabileceği fikri bile petrol piyasasını bulandıramadı.

Ne var ki bu saldırılar çok daha çarpıcı bir şeye dikkatleri çekti: OPEC’in 2 numarası olan Irak, dikiş yerlerinden çatırdamaktadır. Görünürde İran tarafından kontrol edilmekte ancak sokaklarında halen devam eden kanlı protestolar bu durumu değiştirmeyi umuyor. Bunun anlamı ya bir iç savaşla birlikte ABD ve İran’ın taşeronlarıyla Irak sınırları içinde yapacağı dolaylı bir savaş, ya da Suudi’ler yaralarını sararken İran’ın Irak üzerinde mutlak bir kontrol sağlaması, Körfez Birliği’nin dağılması ve Beyaz Saray kendi iç sorunlarına odaklanarak Orta Doğu’daki dış politikasından vazgeçmesidir. Washington’ın bu konuda endişelense iyi olur, çünkü Çin ve Rusya Orta Doğu’daki jeopolitik kargaşa üzerinden fayda sağlamak için oldukça hevesli olacaktır.

Orta Doğu’nun kaderi şu an dengede sallanmakta ve savaş oldukça mümkün bir potansiyel.

Körfez Birliği’nin Son Günleri

Orta doğu’nun ana birliği – Gulf Cooperation Council (GCC) – için sonun başlangıcı Yemen’de başladı.
İran’a karşı taşeron bir savaş yürütmek için Yemen topraklarını seçmek Suudi Arabistan’ın ilk hatasıydı.

Sahne şuydu; Yemen hükümetine karşı yüzyıllardır devam eden bir Husi ayaklanması. Son çatışma, Yemen hükümetinin 2003 yılında Husi’lere karşı başlattığı ve Husi’lerin defalarca Suudi ordusu ve Yemen hükümetini alt ettiği askeri operasyona kadar uzanıyor.

Yemen 15 yıla yakındır Suudi Arabistan için bir utanç hikayesidir.

Husi’lerin Suudi stratejik petrol tesislerine yapılan saldırıyı üstlendiğinde diğer dünya ülkelerinin buna pek inanmaması, dünya genelinin Husi’lerin kim olduğunu tam anlamadıklarını gösteriyor; düzensiz asilerden oluşan mazlum bir gruptan çok daha fazlası.

Orta Doğu’daki diğer benzerlerinden çok farklı olan bu Şii oluşum, yüzyıllardır kuzey Yemen’in kontrolünü almak için savaşıyor. Hizbullah’dan çok şey öğrendiler ve en önemlisi de İran tarafından destekleniyorlar. Suudi’leri defalarca yenilgiye uğrattılar. Bunun bir utanç hikayesi olmasının yanı sıra, inanılmaz pahalı ve kazanması imkansız bir savaş. İşin ucunda İran’la stratejik bir ittifak kurmak bile olsa kimse bu savaşın bir tarafı olmak istemezdi. ABD de – Trump dönemine kadar kadar – stratejik hedefleriyle uyuşmadığı için bu savaşa bulaşmamaya çalıştı.

Evet, Suudi’ler müttefikti ama bir şekilde Husi’ler de ABD’nin müttefikidir. Aslında Şii Husi’ler, Yemen’deki DAEŞ ve El-Kaide’ye karşı ana cephelerden biridir. Husi isyancıları yok edip Abdu Rebi Mansur Hadi’yi Yemen hükümetindeki eski görevine getirmek Washington’a hiçbir fayda sağlamazdı. Buna rağmen Trump Suudi’ler tarafından dolduruşa getirildi. Mart ayında, ABD senatosu bölgeden geri çekilmeyi zorladı. Nisan ayında Trump bunu veto etti. Ama konu yine gündemde ve Kongre bu konuda yumuşamıyor.

Suudi’ler için konuyu daha kötü hale getiren şey, Suudi’lerin bölgedeki en büyük müttefiki ve Yemen’de onun yanında savaştığı Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen’den Temmuz itibariyle geri çekilmeye başlayarak Suudi’lere yeni bir cephe bırakmış oldu.

BAE kendisine ayda milyarlarca dolara mal olan Yemen’deki çatışmadan çıkmak istiyor. Ağustos’ta BAE’nin bölgeden çekilmesini etkileyen şey, BAE destekli ayrılıkçı grupların Aden’i ele geçirmesiydi ve bu şekilde BAE’nin Yemen’i kuzey ve güney olacak şekilde bölmeyi planladığı, hatta İran destekli Husi’lerle bu konuda bir ateşkes bile planladığı anlaşıldı.

Yemenden çekilerek ve kuzey-güney olarak bölme yönünde bir oyun ortaya koyarak BAE İran hakkında fikrini değiştirdiğini söylemeye çalışmıyor. Savaşın sadece çok masraflı olduğunu değil, kazanılamayacak bir savaş olduğunu söyleyen faydacı bir oyun oynuyor. Bunu Suudi’ler de biliyor ancak MbS’nin itibar anlamında ödeyemeyeceği bir bedel olduğundan basitçe geri çekilemiyorlar.
Bir başka çatlak olarak geçtiğimiz haftalarda gündemden gizlenen bir gelişme de çok aşikar: Suudi’ler Yemen’de BAE tarafından desteklenen ayrılıkçıların hava üslerini bombalamaktaydı. Bu aslında Ağustos ayında Aden limanını ele geçirmelerinin ardından gelişti.

Suudi’lerle BAE arasındaki çatlak, GCC’nin parçalanmasına bir işarettir. Suudi Arabistan’la BAE arasında %100 bir ittifak olmadan GCC’den söz edilemez.

Bu İran’ın ilk zaferiydi.

İkinci zafer de Suudi’lerin petrol tesislerine yapılan ve tüm krallığın petrol üretiminin yarısını devre dışı bırakan saldırıydı.

Suudi Petrolü Ne Kadar Hassas?

İran’ın buradaki büyük mesajı, Suudi’lerin özellikle petrole bu kadar bağımlıyken kendilerini askeri veya ekonomik olarak koruyabileceklerini düşünmelerinin bir hata olduğuydu.
Suudi’lerin devasa petrol tesisleri Husi’ler gibi bir grup tarafından, muhtemelen İran’ın da desteğiyle, hedef alınabileceği açıkça görülmüş oldu.

Ve rastgele hedefler değil, içeriden de bilgi alarak stratejik olarak belirlenmiş hedefler.

Bu saldırıların vereceği bir diğer mesaj da şu olmalı: Suudi’lerin tek endişe etmesi gereken şey sadece İran değildir. Husi’ler de kendi başlarına ayrı bir kuvvet. Onlar kesinlikle İran’ın bir taşeronu değil. Hizbullah’tan çok şey öğrenmiş ve İran’ın çok desteğini almış olabilirler, ancak Husi’lerin kendi gündemleri, kendi ateş gücü ve yüzyıllardır içinde bulundukları savaştan edindikleri tecrübeleri var. Sadece bir çapulcu tayfası değil, Yemen tarihinin bir parçası.

Suudi’ler bir sonraki sefere hazır olacak mı? Muhtemelen hayır, çünkü MbS bir askeri çözümden ziyade politik bir çözümü zorluyor.

ABD birlikleri Suudi petrolünü koruyabilir mi? Belli olmaz. Şimdiye kadar, ABD savunma sistemlerinin bir faydası olmadı, bu sebepten Ruslar İran’a sattıkları savunma sistemlerini satmaya çalışıyorlar. Suudi’ler zaten tesislerini korumak için Patriot PAC-2 karadan havaya füze bataryalarına sahipti.
Bu sistem 160 km mesafeye kadarki füze ve hava araçlarına karşı koruma sağlamak amacıyla tasarlanmıştı. 14 Eylül’deki saldırı 7 seyir füzesi ve 18 drone ile yapılmıştı. Bu unsurlar da çok geç olana kadar tespit edilemedi.

Savaş uzun süredir asimetrik ve kısa menzilli olarak devam ediyor. ABD savunma sistemleri uzun menzilli füzelere karşı koruma sağlıyor ama alçak irtifada uçan tehditleri tespit etmeyi başaramıyor. Bölgede süregelen tüm taşeron çatışmaları ve devlet bazında bir tehdidin olmadığı bir ortamda, herkes kısa menzilli savunma sistemlerinin daha mantıklı olacağını düşünebilir ama ne yazık ki ABD’nin böyle bir sisteme kendi evinde ihtiyacı olmadığından hiç bu konu odaklı çalışmaları olmadı. Suudi’ler görünürde Çin’den gelebilecek bir tehdide karşı güvendeler, ama sınırlarındaki bir tehdide karşı; açıkça güvende değiller.

Suudi petrol tesislerine bir saldırı daha olursa ne olur?

MbS’nin iktidarı ilk saldırıyla birlikte zaten zayıfladı.

Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi büyükelçiliğinde vahşice katledilmesi konusu halen yakasına yapışmış olan MbS için geçtiğimiz yıl zaten kötü bir yıldı. Gerçi MbS bu konuyu BAE’nin kendisini Yemen’de terk etmesi ve petrol tesislerine yapılacak yeni bir saldırı karşısında daha küçük bir konu olarak görüyordur.

Yeni bir saldırı meydana gelirse, MbS ya Suudi’leri kazanamayacağı bir savaşa sokmak zorunda kalacak, ya da iç politikadaki gücünün ciddi şekilde riske girmesini kabul edecek. MbS iki seçeneği de kabul edemez ve İran bunu biliyor.

Bunları Daha Önemsiz Kılan Durum

İran-ABD çatışmasının parlama noktası Irak’tır. Suudi Arabistan’ın ağır şekilde utanç verici bir saldırının üstesinden gelirken MbS’nin itibarını onarmaya çalışıp kendi evinde zayıf görünmemek için kıvranmasını izlemek merak uyandırıcı olsa da, Orta Doğu’yu bölecek olan savaş daha uzakta, Irak’ta başlayacak.

Ve zaten başladı da.

Haberlere konu olduğundan beri 100’den fazla kişi Irak hükümetine karşı yürütülen şiddetli gösterilerde hayatını kaybetti, binlercesi de yaralandı.
Ekonomik zorluklar, yolsuzluk ve temel hizmetlerden yoksunluğa karşı yapılan daha demokratik ve küçük çaptaki eylemler daha da öncesinde başlamışken, Orta Doğu’daki tüm aktörleri bir araya getirip İran’a karşı çok daha büyük bir taşeron savaşını zorlayarak Irak’ı bir iç savaşa sürükleyecek yeni bir tehdit var.

Bu da petrolün en önemli olduğu yer. Suudi’ler petrol tesislerine benzeri görülmemiş bir saldırı meydana geldiğinde hayatta kalabilirler. Ama Iraklılar kalamaz ve şimdiye kadar sadece İran’ın desteğiyle korunuyorlardı.

Ama Irak ebedi bir Sünni-Şii savaşının döndüğü küçük bir evren gibidir.

Ve sokak eylemleri bunun su yüzüne vuran kısmıdır. Kırılgan Irak hükümeti, ekonomik gelişim, temel hizmetlere ulaşım ve yolsuzlukların son bulmasını talep eden göstericileri bastırmak için bir takım tedbirler almasına rağmen, Ekim ayında meydana gelen olayın üstesinden gelemezler:
Iraklılar Korgeneral Abdülvahab El Saadi’nin görevine son verdi – DAEŞ’e karşı amansız bir mücadeleye girişen ve Irak kamuoyunda milli kahraman statüsü kazanan bir özel harekât askeri birliğinin komutanı. Saadi aktif görevinden kızağa çekildi ve destekçileri bu duruma çok öfkelendi.
Şiddetli sokak gösterilerinin artmasındaki ana sebep işte bu konudur. Saadi sadece DAEŞ’le savaşan bir general değil, aynı zamanda ülkedeki birçok politikacıdan çok daha fazla saygı duyulan biri. Ancak ABD ordusuyla olan bağları, onu hükümet için potansiyel bir tehdit haline getirdi. Gücü oldukça arttı ve yüksek rütbeliler arasında onu potansiyel bir darbe müteşebbisi olarak parlattı.
Saadi’nin kızağa çekilmesi, Irak başbakanı Adel Abdülmehdi’nin İran kontrolündeki Halk Seferberliği Kuvvetleri’ndeki (Popular Mobilization Forces – PMU) İran destekli Şii milislerin Irak silahlı kuvvetlerine entegre edeceğini bildirmesinden sonra gelir. PMU da Irak’ta DAEŞ’e karşı savaşan bir diğer büyük güçtür. Bu entegrasyon PMU’yu küçümsemek için değil, PMU’yu ABD kuvvetlerine karşı korumak için yapılmıştır.

Bu da ABD-İran çatışmasını Irak’ta odaklamıştır.

Bir sonraki adımın ne olacağı çok önemlidir. Eğer Saadi’nin yeri İran destekli bir generalle doldurulursa, İran’la ABD ve müttefiklerinin taşeron savaşının gerçekleşeceği yer kesinleşecektir. Bundan tek kazançlı çıkacak olan da, bu yeni zayıflıktan tekrar geri hortlamaya hazır olan DAEŞ olacaktır.

Şunu anlamak önemli ki, güncel politik düzeni, yolsuzluğu ve ekonomik durumu reddeden insanların sokak eylemleri ve General Saadi’nin halktan gördüğü desteğin bir arada değerlendirilmesi, Bağdat’ın bir darbe tehdidi altında olmasını kendi kendini doğrulayan bir kehanet haline getiriyor.

İlk grup protestocular daha genç nesillerdi ve çok farklı politik görüştendiler. Mukteda es-Sadr’a tabi değildiler ve geçmişteki protestoların başını çeken gruplardan birinden de değildiler. Saf bir şekilde anti-İrancı ve gerçek bir değişim olmadan dağılmayacak büyük bir tehditti. Gerçek mermilerle bile kesinlikle bastırılamayacaklar.

Peki İran oyuna nerede dahil oluyor?

ABD’nin Irak savaşında yaptığı şeylerden biri, ülkenin kontrolünü İran’a vermesiydi. Eğer Yemen’in İranlı bir taşeron olduğunu düşünüyorsanız, Irak’la mukayese bile edilemez.

O zamandan beri bu güç katlanarak büyüdü ve oy satın alacak hale geldi: İrancı partilerin mağdur Iraklıların oylarını satın aldığı bir dalavere.

Durum şu ki, İranlılar ABD bağlantılı büyük bir generalden kurtulmanın yaratacağı tepkileri yönetebilecek kadar çok güç topladılar. Eğer İran’ın muhakemesi, bu generalin ortadan kaldırılmasını ikna edebilecekleri yönündeyse, o zaman Irak petrolü güvende kalır. Eğer İran’ın bu düşüncesinde bir hesap hatası olursa, Irak’ta bir iç savaş ve ABD’nin parçalanan Orta Doğu’da tekrar varlık gösterdiğini görebiliriz.

Öyle ya da böyle İran bölgedeki büyük bir boşluğun avantajını başarıyla kullandı.

Bazı noktalarda bu ABD-İran çatışmalarının Irakta vuku bulmasıdır. Ama bu ABD’nin zokayı yutup yutmayacağına bağlıdır. Şimdiye kadar ABD yönetimi bölgeden elini eteğini çekiyor gibi görünüyor. Trump’ın en son açıklamasına göre ABD Suriye Kürtlerini Kuzey Suriye’de büyük ölçüde terk edecek ve Türkleri sel kapağı gibi bölgeye açarak bölgeyi kendi kaderine bırakacak – diğer bir deyişle İran’a bırakacak.

ABD Irak’a 1 trilyon USD yatırım yaptı ancak bu yatırım Irak’ı orada tutmaya yetmeyebilir.

Irak Petrolünün Kaderi

Irak, petrol konusunda 2003 yılı öncesinde oldukça parlak bir başarı hikayesi gibiydi. Ancak dış güçlerin ülke içinde oldukça güçlü olması ve ülke için gruplaşmanın Saddam Hüseyin’in düşüşüyle birlikte yok olmaması sebebiyle bir türlü sürdürülebilirliği yakalayamamıştır. Bunun üzerine de islami terör tehdidini ekleyince bir barut fıçısına dönüşüyor. (ç.n. İslami terör babandır.)
Eğer Suudi Arabistan’a “petrolün kralı” diyorsak Irak’ın da bundan aşağı kalır yanı yoktur.

Irak üzerindeki ilgi iki bölgede toplanmış durumdadır;
1. Güneydeki mega petrol yatakları
2. Kuzeydeki Irak Kürt Bölgesel Yönetimi tarafından yönetilen Kürt bölgesindeki petrol yatakları. IKBY’nin ikisi de ülke dışından (Türkiye ve İran) destek gören iki rakip partisi mevcut. Bu bölgedeki petrol, Kürt yönetimiyle yapılan uzun süreli ve şiddetli görüşmeler sonucu merkezi hükümet üzerinden Kürtler tarafından kaçırılıyor. Bu petrol Irak’ın toplam üretiminin %15’ine eşittir.

Irak petrol yatakları haritası bunu derin bir perspektife koyuyor:
Irak İran için ya direkt bir tehdit, ya da İran’ın bölgesel güç olması için anahtar bir role sahip; ki şu an Irak 2. Rolünde. Burası tam da Orta Doğu’nun fay hatlarının bir araya geldiği veya çatladığı noktadır.
Suudi’ler Yemen’deki kazanmaları mümkün olmayan bir savaşta müttefiklerini kaybedip, kendilerine Husi’lerin içinde korkunç bir düşman yaratıp, tüm bunlar için para harcayadursunlar, İran kendini Irak’a bir beton gibi sabitlemektedir. Suudi petrol tesislerine yapılan saldırı bir mesajdı, bir yandan da dünyanın en büyük petrol üreticisinin zaaflarını ortaya sermişti. Ama aynı zamanda bölgedeki petrolün ne kadar kırılgan olduğunu göstermişti.

Irak’ın güney petrol bölgeleri;

Kaynak: S&P Global Platts.


Bölgedeki belirsizlikten dolayı Exxon buradaki ekibini bu yıl zaten bir kere geri çağırmıştı. Bu zamandan beri, Exxon’un liderlik etmesi beklenen 53 Milyar USD’lik devasa petrol altrapı projesi gerilim ve spekülasyonlara boğuldu. En güncel durumda, Exxon’la ticari koşullarda yaşadığı anlaşmazlıklar sonrasında Irak Exxon’un hisselerini Çinli şirketlere devredebileceği bir hal aldı.
Çin zaten Irak’ta, özelikle de Rumaila ve Halfaya rezervlerinde PetroChina ile Missan kümesinde de CNOOC ile geniş bir alanda varlık gösteriyor.

Çin söylentilerinden önce, Exxon’un yerini İtalyan Eni veya BP’nin alacağı düşünülüyordu. Güneyde daha da ateşlenen protesto hareketleri petrolce zengin ve Irak’ın petrol ihracatının büyük kısmından sorumlu olan Basra bölgesine sıçramış durumda. Burada kendilerine ölümcül şekilde müdahale edilen göstericiler anti-İrancı daha büyük bir olayın kıvılcımını ateşleyecek gibi görünüyor.

Ama Basra Bağdat değildir, yani tehdit direkt olarak petrole değil. En azından şimdilik.

Şunu göz önünde bulundurmakta fayda var: Geçen yaz, Basra’daki protestocular hükümet iştiraklerine saldırarak, siyasi parti ve milis kuvvetlerinin ofislerini ateşe verdiler. Aynı zamanda İran büyükelçiliğini de hedef aldılar. Bu protestoların en ateşli anıydı ancak protestolar Bağdat’taki gibi bir şekle dönüşmedi. Basra’daki protestocular İran taraftarı milis güçleri tarafından fütursuzca vuruldular. Eğer protestolar kontrolden çıkacak gibi olursa bu kargaşayı otoriter bir şiddetle söndürecekler. Geçen yaz yapılan protestolar birkaç el ateş edilerek ve daha iyi elektrik hizmetiyle çözülmüştü. Bağdat farklı politik parçalardan oluşurken Basra oldukça homojen ve milis güçleri yerel gruplar siyasi oluşumlara oldukça girift haldedir.

Eğer Suudi’lerin petrol tesislerine yapılan bir saldırı piyasayı bulandırdıysa, Basra petrol tesislerine yapılacak bir saldırının yapabileceklerini siz düşünün. Basra limanı’ndan Eylül ayında 3,5 Milyon varil/gün ihracat yapıldı. Suudi’ler herhangi bir anda gerekli fonu hazırlayıp uygulayabilirken Irak böylesi bir gelir kaybını asla tolere edemez. Üstelik şu an Suudi’lerin piyasayı dengeleyebilecek bir yedek kapasiteleri de bulunmuyor. Tamamı Aramco saldırısında kullanıldı.

Irak petrol piyasaları için çok uzun vadeli bir risk teşkil etmektedir.

Buradaki ana karakter Hasan Ruhani değil, belirsizlik ortamı yaratıp küresel petrol fiyatlarını yükseltme planının beyni olan Ayetullah Hamaney’dir. Ruhani istediği kadar Trump’la müzakere masasına oturabilir ama konu dış politika olduğunda sözü geçen kişi o değil.

Bu Ayetullah Hamaney’in oynadığı ve bir süredir de kazandığı bir ince ayar oyunudur. Tehdit gerçek ve çok açık: İran piyasalardan petrolü yok edebilir ve hiç kimse buna karşı bir şey yapamaz. Suudi’lere yapılan saldırı küstah bir provokasyon ve İran’ın Irak’ta da hala kontrolü elinde tuttuğunu hatırlatan bir mesajdı. Şu an tek problem İran’ın ülke kontrolünü eline almasına karşı cansiperane şekilde karşı koyan Irak halkıdır. General Saadi’nin ortadan kaldırılmasıyla kendilerini tamamen İran’a karşı savunmasız hissediyorlar.

Şu anda Irak’ta tamamen İran odaklı bir ıslahat yapılıyor.

Basra’daki protestoların Bağdat’taki gibi şiddetlenmesini çok küçük bir ihtimal olarak görsek de, Irak başkentinde neler olup biteceğini dikkatle izlemek oldukça önemlidir. Eğer Bağdat kontrolü kaybederse, silahlı grupların da kontrolünü kaybeder; bunlara DAEŞ’le savaşan İran taraftarı milis kuvvetleri de dahildir. Şu anda onlar Bağdat’ı Basra’ya çevirmek istiyorlar ama başaramıyorlar. Başarısızlık iç savaş anlamına gelir. Başarı da “İrancı Irak” demek oluyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.